Son beş yılı hatırlayalım.
Kışlarımız sular içinde geçiyor.
Üç kuruşluk yağmurlar artık "afet" olarak niteleniyor.
Önüne bir de "doğal" ekliyoruz;
Oldu mu size "doğal afet."
Allah rahmet eylesin; "Yüzbaşı Muhittin döneminden bu yana belediyeleri takip ederim meslek gereği.
O zamanlar da yağmur yağar, seller akardı Mersin'de.
Dediğim gibi;
Akar giderdi.
Şimdi öyle değil.
Su akmıyor.
Akamıyor.
Önü kapatılmış.
Akacağı doğal yolu kapalı olunca kafasına göre takılıp bulduğu yeri basıyor.
Bağ, bahçe, tarla, sera, çarşı, ev, iş yeri, sokak, cadde, bulvar..
Toplanıyor;
"İç deniz" oluyor mübarek.
Biz ona "sel" diyoruz "afet" diyoruz.
Burhanettin Başkanın beş yıldız, on numara otobüsünü hatırlıyorum.
İçi su dolmuştu ama, seferlerini aksatmadan sürdürüyordu.
Tarım üreticileri de birer "sandal" edinmiş ürünlerini topluyorlardı o iç sularda.
Sonra;
"Mersin afet bölgesi ilan edilsin" nutukları atılır oldu selin ardından.
Aslında 68 felaketinden bu yana pek öyle afetlik bir durum yok.
Afeti yaratan başta yerel yönetimler olmak üzere bizleriz.
Çok yazdım, yazdık tekrara girmeyelim.
Takıldığım "afet bölgesi" lafıdır.
Bir; Ahali olarak ilk kez sadece bu konuda fikir birliği yapmamıza şaşarım.
İki; Buna rağmen bir türlü afet bölgesi ilan edilmeyişimize.
Adını bile öğrenemediğimiz vekillerimiz var.
Vilayetimiz var, yerel yönetimlerimiz var.
Deve dişi gibi STK'larımız var.
Ama sesimizi duyanımız yok.
Ya iyi bağıramıyoruz, sesimiz yeteri kadar gür çıkmıyor;
Ya da başta sayın vekillerimiz olmak üzere yukarı da saydığım diğer değerli hazirun sağır.
Ya da biz çok safız.
Yoksa niye her yıl aynı şeyleri tekrar yaşayalım.
Biri bize anlatsın.
**
Sevdiğim Laflar:
"AT KİŞNEMEYİNCE TAY GELMEZ.."